SÖYLEŞİLER

Adli Tıptan Karikatüristliğe (Med-Index)...




Adli tıp uzmanı olup aynı zamanda yıllardır karikatür çizen Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Halis Dokgöz, hobisinin hayatına etkisini Med-Index’e anlattı. 
Doç.Dr. Halis Dokgöz
Sağlık alanında çalışanların birçoğunun mutlaka farklı hobileri olur. Yaptıkları meslek gereği, rahatlamak adına farklı alanlara yönelirler. Adli tıp alanında uzun yıllardır çalışan Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Halis Dokgöz, hobisi olan karikatür çizimlerine nasıl başladığını, bu hobinin kendisine kattığını ve hobinin hayatına etkisiyle ilgili soruları yanıtladı. 


Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
1967 yılında Çorum’da doğdum. 1989 yılında 19 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldum. 1999’da İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi’nde Adli Tıp ihtisasını tamamladım. Halen Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak çalışmaktayım. Karikatüre 1985’de başladım. İlk karikatürüm aynı yıl “Kılçık” dergisinde yayınlandı. Daha sonra karikatürlerim Gırgır, Limon, Çarşaf, Gümgüm, Akrep, Hallo, ArteFacto, Cumhuriyet, Bulvar, Bizim Gazete, Hürriyet, Milliyet, Birgün, Radikal ve Sabah gibi pek çok gazete ve dergide yayınlandı. Düzenli olarak Kılçık, Tıp Dünyası, Sendrom, Hiç, Fesat, Homur ve Hekim Forumu dergilerine çizdim. Karikatürlerim Türkiye dışında Almanya, İspanya, Belçika, Yunanistan, Polonya, İran, Kıbrıs, Portekiz, Kırgızistan, Rusya, Azerbaycan, Hindistan, Sırbistan ve Çin gibi ülkelerde yayınlandı. Katıldığım ulusal ve uluslararası yarışmalardan 12 ödül aldım. Pek çok ortak ve karma sergilere katıldım. İlk kişisel sergimi 1991’de Ankara’da 2.Tıp Fuarı’nda açtım. 1989’da “Güneşin Girmediği Yere” adlı ilk albümümü yayınladım. 2010 yılında Türk Tabipleri Birliği yayınlarınca “Çizgisel” adında ikinci kitabım yayınlandı. Karikatürler yanında tıbbi illüstrasyonlar da yapmaktayım. Karikatürlerimi http://halisdokgoz.blogspot.com ve Alman http://www.toonpool.com/artists/halisdokgoz_4410 adresinde sergilemekteyim.

Hobiniz nedir ve ne kadar süredir yapıyorsunuz?
Aslında karikatüre hobim diyemem. Karikatür benim için bir yaşam felsefesi. Yaşamımda da bazen mesleğim olan Adli Tıp bazen de karikatür yaşamımın öznesi haline geliyor. İlk karikatürlerim tıbbiyenin 2. sınıfındayken “Kılçık” Dergisinde yayınlandı ve çizdiklerimin gerçekten karikatür olup olmadığını denemek için dönemin önemli mizah dergisi Gırgır'a da bu çalışmaları göndermeye başladım. Sevgili Oğuz Aral'dan taramaları azaltmam ve çizdiklerimin karikatür olduğu gibi olumlu eleştiriler alınca karikatür benim için bir tutku ve yaşam biçimi halini aldı diyebilirim. Ardından Limon, Çarşaf, Hıbır gibi dergilerde de çalışmalarım yayınlandı ve o gün bugündür çizgi serüvenim devam ediyor. Karikatürcüler Derneği’ne üye olmam ile birlikte çizgi serüvenim biraz yazılı popüler balonlu karikatürlerden yazısız kara mizah, grafik olarak da tanımlanan alana kaydı. O nedenle son yıllarda albümlere, sergilere ve yarışmalara daha çok karikatür çizer oldum. 1985 yılından beri aktif olarak karikatür çizdiğimi söyleyebilirim.


Hobinizin mesleğinize katkısı oluyor mu?
Meşhur bir söz vardır, ‘tıbbiyeden arada bir doktor çıkar’ diye. Gerçekten tıbbın edebiyata, sanata yatkın bir alan olduğu su götürmez bir gerçeklik. Eğer sizde sanata yönelik bir yetenek varsa tıp alanı bunu destekliyor ve belki de ortaya çıkmasını kolaylaştırıyor. Mizah da özellikle de kara mizah çelişkilerden beslenir. Tıp ortamı da çelişkilerin en fazla yaşandığı ve tespitinin yapıldığı bir alan… Karşılıklı bir etkileşim ve gelişim söz konusu. Bazen doktor meslektaşlarım derler ki, ‘Halis bak böyle böyle bunu çizsene’ diye. Yani yaşanılan da mizah olabiliyor. Bazen karikatür yaşamın nesnesi bazen de hayatın bizzat kendisi oluyor.

Neden bu hobiyi seçtiniz?
Neden karikatür çiziyorum? Bu gerçekten çok güzel bir soru. Ve zaman zaman yaşamın her alanında bu soruyu kendi kendimize sormalıyız belki de. Resim sanatına özel bir ilgim var. Çocukluktan beri güzel resim yapardım. Karikatürle tesadüfen tanıştım ancak, karikatürün benim için en uygun sanat olduğunu anlamam geç olmadı. Her şeyden önce kendimi, duygularımı ve düşüncelerimi en iyi anlatabildiğim sanat dalı. Ve en önemlisi müthiş keyif alıyorum.


Yaptığınız hobi size ne hissettiriyor?
Karikatür hem çizerken hem de bakarken müthiş keyif veriyor. Usta bir karikatüristin güzel bir çalışması ile karşılaştığımda da zaman zaman, ‘neden bunu ben çizmedim, çizemedim’ diye de hayıflanırım…Karikatür çizerken sanki dünyadan koparım. Yaşadığım bir olay, bir durum nedeniyle çok öfkelenip kızdığım zaman ya da çok neşelenip keyiflendiğim zaman da çizerim. Bir tepki nedeniyle çizdiğim zaman da sorumluluk duygusunun yerine gelmesinden kaynaklanan bir mutluluk da söz konusu. Çoğunlukla ‘iyi ki çiziyorum’ diyorum.

Tavsiye edeceğiniz kitap nedir?
Bu dönemde yoğun olarak adli tıp, polisiye türü romanlar okuyorum. Ahmet Ümit’in çoğu kitabını okudum. Tıp fakültesi öğrencilerinin peformans sunum yarışması vardı. Bir öğrencimiz Tess Gerritsen ile internet üzerinden bir söyleşi gerçekleştirip kitaplarının tanıtımını yapmıştı. Buradan etkilenerek Gerritsen’in neredeyse tüm kitaplarını okudum. Kendisi de dahiliye uzmanı bir doktor ve antropolog olan Tess Gerritsen tıbbi gerilim türü romanlar yazıyor. Alanım olan adli tıpla çok yakın ilişkisi de olması nedeniyle sanırım beğenerek ve ilgiyle okuyorum. Hem Gerritsen’i hem de Ahmet Ümit’i hala okumayan varsa öneriyorum.


3 Eylül 2012 Pazartesi

JOHN KÖRVER İLE HOLLANDA'DA...

Hollanda'da The Hague'de 20-24 Ağustos tarihlerinde Enfsi ve Hollanda Adli Tıp Enstitüsü'nün birlikte organize ettikleri 6.Avrupa Adli Bilimler Kongresi'nde Hollandalı karikatürcü John Körver ile karşılaşmak benim için hoş bir sürpriz oldu. Adli bilimler eğitiminde uluslararası standardizasyon konulu toplantıda bir karikatüristin köşede sessiz sakin karikatürler çizdiğini fark ettim.


6.Avrupa Adli Bilimler Kongresi'nden...
Toplantının bitmesini sabırsızlıkla bekledim. Toplantı sonrası çizdiklerini salonda izleyicilerle paylaşıp yalnız kalmasının ardından kendisiyle tanışma fırsatım oldu.

Hollandalı karikatürist John Körver ile The Hague'de...
John Körver'in toplantı çizimlerinden...
 


Körver'in benim de bir karikatürcü olduğumu ve Türkiye'den geldiğimi öğrenmesiyle birlikte çizginin evrensel gücünü bir kez daha görmüş oldum.  Aslında bir muhasebeci olan Körver, yıllarca hesap kitap işleri yaptıktan sonra 2001 yılından itibaren kesin bir "U" dönüşü yaparak karikatürle profesyonel anlamda uğraşmaya başlamış.

John Körver'in çizgisiyle Halis Dokgöz...
Hemen kartlar alınıp verildi ve arkasından karikatür kitaplarının değişimi sözü verilerek bir sonraki gün görüşülmek üzere vedalaşıldı. Ertesi gün buluştuğumuz Körver'e kitabımı büyük bir keyifle imzalarken aynı keyfi sevgili karikatürcü arkadaşımın da yaşadığını kitabını imzalayarak ve bir portre karikatürümü de çizerek yaşadığını görmekten büyük mutluluk duyduğumu belirtmeliyim.

John Körver kitabını imzalarken..
 



Halis Dokgöz, Jonh Körver ile birlikte...
Körver'in imzaladığı kitabını hızla incelediğimde daha çok editoryal çizimlerden oluştuğunu gördüm. Kendisi de hemen benim kitabıma bir göz gezdirdi ve hemen bir tanı koydu. Çalışmalarımın daha çok yazısız olması ve sorunlara dayalı olmasının altını çizdi. Türkiye hakkında tahminimden daha çok bilgi sahibi olması ise şaşırtıcıydı. Bölge itibarı ile çok sorunlar yaşadığımız ve gündelik yaşamda da ekonomik, sosyal, siyasi pek çok sorunlarımızın olduğunu ve Türk karikatürcülerin de bundan etkilendiğini düşündüğünü söyledi. Yazısız karikatürleri çok beğendiğini Türkiye, İran, Rusya ve Doğu Avrupa ülkelerinde bu karikatür tarzının çok geliştiğini ve resim tabloları gibi eserler üretildiğini vurguladı. Hollanda'da yaşamın daha kolay olduğunu ve editoryal karikatürler üretmenin de kendisi aısından daha keyifli olduğunu belirtti. Yerel bir gazetede günlük karikatürler ve bant karikatürler çizen Körver'in daha çok editoryal karikatürler çizdiğini görüyoruz. Yaşamını karikatürden kazanan ve karikatürlerine "Kurf" kısaltma mahlasını atan John Körver ile çağımızın en etkili iletişim şekli olan internet üzerinden haberleşmek ve iletişim kurmak üzere vedalaşarak kendisini yeni çizgilere yolculuk yapmak üzere beyaz kağıdı ve fırçasıyla baş başa bırakıyoruz. 22-23 Ağustos 2012, The Hague, Hollanda.

John Körver'in çizgilerinden...
Kurf'ün bir "bant karikatür" çalışması...




John Körver kimdir?

Vanaf 2001 houd ik mij fulltime bezig met het maken van cartoons en strips voor personeelsbladen en kranten. Daarnaast ben ik sneltekenaar op bedrijfsfeesten en recepties. Verder maak ik ook karikaturentekeningen in opdracht, geef ik cartoonworkshops en maak ik regelmatig live cartoons bij congressen en symposia.

Van origine ben ik boekhouder, heb zo’n 10 jaar lang gewerkt op de administraties van diverse bedrijven maar toen enige tijd op de centrale boekhouding van (toen nog) Gist Brocades in Delft werkte begon het te kriebelen. 1 ding was zeker, hier kon ik tot de rest van mijn leven werken, mijn pensioengat was gedicht! 
Maar als je dan 65 bent, denk je dan niet “had ik maar dit gedaan of had ik maar dat gedaan” ; ik wel in ieder geval en ik besloot er voor te gaan; het was niet zo dat er meteen opdrachtgevers voor de deur stonden maar ik tekende al wel voor de lokale krant en zo langszamerhand ging het beter.(inmiddels had ik het kantoorleven de rug toegekeerd en had ontslag genomen) 
Nu, zo’n 10 jaar later, kan ik zeggen dat het een goede keuze geweest is, inmiddels kan ik er mijn brood mee vedienen hoewel het nog een onzeker vak blijft. Maar ik zou nu niet meer anders willen. 
Dus voor iedereen die van zijn hobby zijn beroep wil maken “ga ervoor, het kan!”

Ik heb altijd een passie gehad voor alles wat te maken heeft met cartoons, strips en karikaturen. Vroeger was ik weg van Fred Julsing en Daan Jippes; virtuozen op stripgebied. Tegenwoordig kijk ik met bewondering naar het vakmanschap van Henk Kuipers die Franka maakt. Vriend en collega Maarten Wolterink combineert een prachtige stijl met goede humor
Op t gebied van de politieke prent zijn mijn favourieten Jos Collignon, TOM Janssen en Fokke en Sukke.
Qua karikaturen is Jan OpdeBeeck onovertroffen; live karikaturisten Marion vd Wiel, Hugo Freutel en IBIS vind ik heel goed. Johan van Dam.

www.kurf.nl

33.YILINDA KILÇIK SÖYLEŞİSİ...


Kılçık 2011
Kaç yılları arasında OMÜ TIP FAKÜLTESİ'nde okudunuz? Başarılı bir öğrenci miydiniz?
1983 yılında başladığım OMÜ Tıp Fakültesi’nden 1989 yılında mezun oldum. Öğrencilik yaşamımda iki kez bütünlemeye kaldım,  başarılı sayılabilecek bir öğrencilik geçirdiğimi düşünüyorum.
Karikatür, mizah serüveniniz nasıl başladı? Kaçıncı sınıfta KILÇIK'a katıldınız, KILÇIK'la tanışmanız nasıl oldu?
Üniversiteside okurken, 1985 yılında Fakülte'de çıkan "Kılçık" dergisine karikatürist aranıyordu. Yurtta kalan arkadaşlar bir şekilde derginin editörü sevgili Prof.Dr. Yücel Tanyeri hocamıza benim çizdiğimi söylemişler. Sevgili hocam beni çağırdı ve teşvik etti. İlk karikatürlerim bu şekilde tıbbiyenin 2.sınıfındayken “Kılçık” dergisinde yayınlandı. Kılçık’la tanışıncaya kadar karikatürle pek ilgili değildim açıkçası… Resim yeteneğim olduğunu biliyordum, güzel sayılabilecek resimler üretiyordum, hatta yarışmalarda ödüller bile almıştım. Ancak karikatüre başladıktan sonra da resim yapamaz oldum.
Çizdiklerimin gerçekten karikatür olup olmadığını denemek için dönemin önemli mizah dergisi Gırgır'a da bu çalışmaları gönderdim. Sevgili Oğuz Aral'dan olumlu eleştiriler (taramaları azaltmam ve çizdiklerimin karikatür olduğu gibi) alınca karikatür benim için bir tutku ve yaşam biçimi halini aldı. Ardından Limon, Çarşaf, Hıbır gibi dergilerde de çalışmalarım yayınlandı ve  o gün bugündür çizgi serüvenim devam ediyor. Karikatürcüler Derneği’ne üye olmam ile birlikte çizgi serüvenim biraz yazılı popüler balonlu karikatürlerden yazısız kara mizah/grafik olarak da tanımlanan alana kaydı. O nedenle son yıllarda albümlere, sergilere ve yarışmalara daha çok karikatür çizer oldum.
Bu dönemlerde KILÇIK sizin için ne ifade ederdi?
Kılçık, öğrencilerin kendilerini ifade edebildikleri alan olması yanında karikatürle ve daha kapsayıcı olarak mizahla tanışma ve bakış açısı kazandırmada önemli bir rol oynadığı kanısındayım. Mizahla yaşamı algılama bir ayrıcalık bence… Brecht’in bir sözü var “Mizahın olmadığı yerde yaşamak zor, her şeyin mizah olduğu yerde yaşamaksa olanaksızdır”. Çok yoğun ve stresli bir iş yapan doktorların mizah olmadan ruh sağlıklarını koruyamayacakları açıktır. Bu yüzden Kılçık çok önemli… Ve sizlerin yıllar önce bizim bıraktığımız yerden bu geleneği sürdürmenizden büyük mutluluk  ve gurur duyduğumu da ayrıca belirtmek isterim. Mersin’deki tıp fakültesi öğrencileri de 2006’dan beri Streskop adı verilen kardeş derginizi yayınlıyorlar her 14 Mart tıp bayramında…
OMÜ veya SAMSUN'a dair 'hiç unutmam bi gün...'diye başlayan bi anınız var mı :) ?
Bu soruya “yok” diye yanıt verip kurtulabilirim aslında… Ama olmaz mı? Hiç unutmam bi gün Kılçık yayın kurulu toplantısı vardı. Ve sorumlu hocamız sevgili Prof.Dr.Hasan Erbil hocamız başkanlığında yayın kurulu toplantısı yapıyorduk. Oldukça eğlenceli ve esprilerin havada uçuştuğu bir toplantıydı. Çok eğleniyorduk ama Hasan hoca hiç gülmüyor ve eğlenmiyordu, sonunda dayanamadı ve sordu; bunlar ne biçim espri, çok soğuk aranızda Çorum’lu olan mı var? Hiç bilmiyorduk ama yapılan kontroller sonucunda (kimlik kontolleri) birkaç kişi dışında ekibin tamamen Çorum’lu olduğu ortaya çıkmıştı. Yine bi gün Çiftlik caddesinde… Ahh ah! neler neler var ama anlatırsam şimdi olmaz… Sahi Çiftlik caddesi yerli yerinde duruyor mu?

Neden uzmanlık olarak adli tıp’ı seçtiniz?
Aslında çok da bilinçli seçmedim adli tıp alanını… Bir arkadaşımın önerisi ile TUS’da yazmıştım… Çapa’da ihtisasa başladıktan sonra da sevgili hocalarımın da etki ve katkısıyla sevdim… Çünkü sosyal yaşamın her alanı ile birebir yüz yüzesiniz… Özellikle Çocuk hakları ve çocuk istismarı konusunda yoğun olarak çalışmalar yürütüyorum.

Bir adli tıpçı olarak pek çok ilginç olayla karşı karşıya kalıyorsunuzdur, bunlardan birini paylaşabilir misiniz?
Gazetelerin 3.sayfaları adli tıpın temel konularını oluşturuyor… Seri katiller, cinsel saldırılar, kuşkulu ölümler, belge incelemeleri, adli psikiyatri, yaralanmalar, ceza ehliyetleri, raporlar vs vs… Önceki sorudaki yanıtı yineliyorum, yaşamın ta kendisi…
Sizin yalnızca tıbbi konularda değil, insanı, insanlığı ilgilendiren tüm konular hakkında çizdiğinizi biliyoruz. Bir konu hakkında okuduğunuz, düşündüğünüz zaman bu konu hakkında çizmeliyim diyerek mi başlarsınız karikatüre, yoksa okuduğunuz ya da dinlediğiniz anda karikatür zaten çoktan zihninizde belirmiş midir? Bir karikatürü oluşturma süreciniz nasıldır?
Karikatür çizmek için masaya oturmam… Bir konuda ya da bir olay üzerine etkilendiğimde ya da bir toplantı esnasında karalamalar yaparken esprileri oluştururum. Küçük bir not defterim var, eskizleri buraya yapar, sonra da oturur çizerim. Çizerken çalışma bitmeden kalkmam. Diğer türlü zorlama olur ki; zorlama çizim karikatür değildir zaten.

Hekim olmanızın mizahi bakış açınıza nasıl etkileri oldu?
Meşhur bir söz vardır tıbbiyeden arada bir doktor çıkar diye… Gerçekten tıbbın edebiyata, sanata yatkın bir alan olduğu su götürmez bir gerçeklik. Eğer sizde sanata yönelik bir yetenek varsa tıp alanı bunu destekliyor ve belki de kolaylaştırıyor. Mizah da özellikle kara mizah çelişkilerden beslenir. Tıp ortamı da çelişkilerin en fazla yaşandığı ve tesbitinin yapıldığı bir alan… Karşılıklı bir etkileşim ve gelişim söz konusu…Bazen doktor meslekdaşlarım derler ki Halis bak böyle böyle bunu çizsene diye…Yani yaşanılan da mizah olabiliyor…Yani bazen karikatür yaşamın nesnesi bazen de hayat…

Aldığınız ödüller içinde sizin için en özel, en anlamlı olan hangisiydi?
Çeşitli karikatür yarışmalarından ödüllerim var, Avrupa’da bazı karikatür müzelerine çalışmalarım da alındı… Bunu kuşkusuz önemsiyorum ama herhangi bir yarışmaya katılmadan yıllar boyunca yaptığınız çalışmalar nedeniyle bir ödül almanız bence en değerlisi ve etkileyicisi… Bu açıdan Türk Tabipleri Birliği’nin 2010 yılında 25 yıldır çizdiğim karikatürleri derleyip toparlayıp “Çizgisel” adını verdiğim kitabı yayınlaması benim için en önemli ve değer verdiğim ödülüm oldu… Sevgili Prof.Dr.Gencay Gürsoy hocama da sizin aracılığınız ile çok teşekkür ediyorum…

Fakültemizdeki genç çizerlerimize önerileriniz nelerdir?
Karikatür sanatı biraz virüs gibidir ve bulaşıcıdır… En azından bende öyle oldu. Bu virüs bulaşmışsa tedavisi yoktur. Genç çizerlere önerim bu hastalıkla yaşarken bolca okumak, araştırmak, internetin sağladığı fırsatlardan da yararlanarak bolca üretmek ve bunları toplumla paylaşmak… Yani çalışmak…çalışmak…çalışmak…

SÖYLEŞİ: HERŞEY KILÇIK'LA BAŞLADI (NOBEL MAGAZİN)...

Nobel Magazin Kasım 2010
Doç. Dr. Halis Dokgöz. 1967 doğumlu. 19 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesinden 1989 yılında mezun oldu. 1999 yılında İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Çapa’da adli tıp ihtisası yaptı. 2005 yılından beri de Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak çalışıyor.
Karikatüre ne zaman başladınız?
1985 yılında başladım.
Nasıl başladınız peki?
Tesadüfen oldu diyebilirim. Yurtta kaldığım sürede çizip duruyordum. Arkadaşlar da güzel çizdiğimi söylediler. O zamanlar fakültemizde Kılçık diye bir dergi çıkıyordu. Oraya verdim karikatürlerimi, orada yayınlandı. Sonra Gırgır dergisinden haberim oldu. O karikatürlerimi Gırgır’a gönderdim. Oğuz Aral eleştirdi. Sayfada yayınladı. Bende bunun üzerine sürekli çizmeye başladım.
Nasıl yani? Hadi ben karikatür çizeyim artık deyip karikatür mü çizdiniz?
Biraz öyle oldu. Yani arkadaşlara bir şeyler çiziyordum. Derginin editörüne gidip beni söylemişler. Kulak Burun Boğaz’da Yücel Hoca beni çağırdı. Ya Halis sen çiziyormuşsun falan bir iki bir şey çiz dedi. Denedim. Güzel şeyler var, çizmelisin dedi. Sonra birkaç tanesini yayınladı. Aynı karikatürleri Gırgır’a da gönderdim. Oradan da pozitif cevap alınca devam ettim.
Karikatürleriniz sanki biraz siyasi?
Biraz tepkisel diyelim. Profesyonel olarak yaşamımı karikatürden kazanmadığım için daha çok etkilendiğim bir olay üzerine tepki olarak da çiziyorum. Yaşama ilişkin her türden karikatür çiziyorum aslında. Kitaptakileri daha çok yazısız evrensel dili olan sanatsal nitelikte seçtim sadece.
Çocukluk döneminizi merak ediyorum. O zamanlardan böyle bir yeteneğinizin belirtisi var mıydı?
İyi resim çizerdim. Hatta ortaokul yıllarımda ödül almışlığım var. Resimi iyi yapardım ama karikatürden haberim yoktu.  Sonra haberim olup da çizmeye başlayınca Gırgır’da Çarşaf’da Limon’da yayınlanmaya başlayınca hem popülarite arttı hem de keyif arttı. Bu kez de resim yapamaz oldum. Deforme ediyorum. Karikatürize etmeye başladım.
Ortaokulda falan derslerden sıkılıp çizer miydiniz?
Yazardım daha çok. O dönemlerde yazmayı çok seviyordum. Çizmezdim. 1985 yılından sonra karikatüre başlayınca, akademisyen oldum mesela toplantılarda falan notlarımı çizerek alırım. Yazarak değil de çizerek not alırım. Sonra da bunları oturur çizerim. Yapacağım karikatürün notunu alırım.
İlk çizdiğiniz karikatürü saklıyor musunuz, kitap fikri nasıl çıktı?
Sadece ilk çizdiğim değil tüm çalışmalarımın en azından yayınlananları arşivliyorum. Geçen yıl Kıbrıs’a davetliydim. Uluslararası karikatür festivali vardı. Değişik ülkelerden insanlar vardı. Ortak bir sergi açtık. Çizerler hep birbirlerine kitaplarını hediye etti. Ben 1989 yılında bir kitap çıkarmıştım ancak baskısı kalmamıştı artık. Bende yeni bir kitap çıkarmaya karar verdim ve çizgisel kitabımı çıkardım. Kitabımı çıkarmak benim için iyi oldu. Arşivimi taradım. Eski karikatürlerimi gördüm. Arşivimi yenilemiş oldum.
Peki ilk çizdiğiniz karikatürün sizin için bir özelliği var mı?
Yok, hayır aslında öyle hissetmiyorum.
Bu işin bir kursu veya okulu var mı?
Karikatürün okulu yok. Karikatür aslında resim sanatının bir dalı. Hayatın pek çok alanından besleniyor. Ama temeli resime dayanıyor. Onun için resim mezunları grafiker mezunları bu işi daha iyi yapabilirler. Renk bilgileri var desen bilgileri var, daha iyi yapabilirler. Ben bunların hiçbir eğitimini almadım. Kendi kendime baka baka geliştirdim. Çizerek göndererek araştırarak kendinize has bir tarz belirliyorsunuz. Dünyada da böyle okullar yok. Ancak kurslar vs var. Biraz doğu bloku ülkelerinde bu işin eğitimi var. Onun dışında bunun bir eğitimi yok.
Birilerinin yorumunu alıyor musunuz?
Tabi ustalarla, değer verdiğiniz çizerlerle, etkilendiğiniz çizerler… Öncelikle onları taklit ediyorsunuz,  sonra tarzınızı yakaladıktan sonra da ona göre çiziyorsunuz… Sürekli birileriyle iletişim halinde oluyorsunuz zaten. Artık internette var. İletişim ve takip çok daha kolay.
Kendi tarzınızı nasıl yakalıyorsunuz?
Ben bir çizerin karikatürünü izlemişsem imzası olmadan da tanıyabilirim. Tarz böyle bir şey. Zamanla oluşur. Karikatürcü hissetmez zaten. Başkaları hisseder.
Sizin tarzınız ne peki?
Benim tarzım daha çok yazısız karikatür üzerine. Sanatsal yanı olanın üzerine yoğunlaşıyorum daha çok . Değişik alanlarda da çiziyorum. Kolay üretilip kolay tüketilen karikatürler de çiziyorum. Balonlu komik karikatürler de çiziyorum. Daha çok sanatsal olsun, sergilensin duvarlara asılabilsin istiyorum. Yurtdışından biri gördüğü zaman da mesajı anlayabiliyorsa bu bana daha çok keyif veriyor.
Karikatürlerinizi yayınladığınız bir internet ortamı var mı?
Var evet. Kendi sitem de var. Onun dışında www.toonpool.com diye bir site var. Oraya karikatürlerimi ekliyorum. Burada bir karikatürüm bu site tarafından seçildi. Bir gün boyunca Berlin, Münich ve Leipzig metrolarında gün boyunca sergilendi.  Bu siteyi seviyorum. Çünkü burada siteye giren herkes karikatürlerinizi görebiliyor, oy verebiliyor yorum yapabiliyor. İnteraktif bir ortam sağlıyor.
Sergilendiğini gidip gördünüz mü peki? Bu çok güzel bir duygu olsa gerek… Sizin yaptığınız çalışma Almanya’nın metrosunda yayınlanıyor… büyüleyici gerçekten…
Ben görmedim. Berlin’de bir gazeteci arkadaşım var. Alman gençleri benim karikatürüme bakarken görmüş. Hemen çekip bana gönderdi.
Bu kitabın sizin için anlamı nedir desem…
25 yıl diyebilirim… 3 bin civarında karikatürüm yayınlandı aslında ama kitabım için karikatürlerimden derleme yaptım. 25 yılımın özeti olabilir bu kitap. Benim için gerçekten çok önemli. Çocuğum gibi hissediyorum.
Kitabınızın başında sizinle ve kitapla ilgili yazılar var…
Evet. Kitap çıkmadan önce çizerler ve meslektaşlarımla kitap çıkarmadan önce görüştüm. Onlara kitapla ilgili bir şeyler yazar mısınız dediğimde onlar tabi dediler. Çoğundan yazı geldi. 1-2 arkadaştan kitap basıldıktan sonra geldi. Onlardan da tekrar özür dilerim. Örneğin Carlos Amorim var burada. Ben bu arkadaşla hiç yüz yüze gelmedim. Ancak gerçekten çok başarılı bir karikatürist. Dünya çapında bir çizerdir. Bir yazı yazdı ve sağolsun gönderdi. Benim için gerçekten çok önemliler.
Karikatür konusunda yetenekli olduğunu düşünenler ne yapmalılar?
Bunun bir okulu ya da bir eğitimi yok. Ben şuna inanıyorum. Güzel sanatlar fakültesini bitiren herkes ressam olamaz. Grafik bölümünü bitirir ancak grafiker olamaz. İşine sanatını koyabilmesi gerekir. İllaki eğitim de olmalıdır. Buna asla karşı değilim.  Ancak eğitim yokken de kişide bir yetenek varsa ve bu eğitimle geliştiriliyorsa belli noktalara kişiyi taşıyabilir. Onla ilgilide kişinin bu işi sevmesi ve kendini aşmak için her türlü çabayı sarfetmesi gerekiyor. Karikatür dünyasını izlemesi gerekiyor. Yaptıklarını ustalara gösterip yorum alması gerekiyor. Zaman zaman dergilere gönderip kendisini sınaması gerekiyor. Yarışmalara katılabilir. Sergilere katılabilir…
Sizin ödülünüz var mı?
Evet var. 12-13 tane.
En son katıldığınız yarışma hangisi?
En son Güney Kore’de katılmış olduğum bir yarışma var. Henüz sonucu açıklanmadı. 4 karikatürle yarışmaya katıldım. Finale 22 karikatür seçtiler ve bu 22 karikatür arasından 2’si benim karikatürüm.
Bu şekilde internet aracılığıyla katıldığım yarışmaları seviyorum. Çünkü internet aracılığıyla gönderiyorum karikatürümü. Öbür türlü gönderdiğim zaman bir daha o karikatürün orjinaline ulaşma şansım yok.
Size ilham getiren bir şey var mı?
Ben çocuk haklarıyla uğraşıyorum daha çok. O nedenle onlara yönelik şeyler beni etkiliyor. Onun dışında yaşamdaki her şey bana ilham verebiliyor. Şunu çok rahat söyleyebilirim ki çizmek için birinin motive etmesi gerekiyor. Çizerler, sanatçılar tembeldir biraz. Eğer bir zorlama olmazsa çizmeyebilirler.
Teşekkür ederiz hocam…
(Nobel Magazin dergimizin okuyucularına Nobel Magazin ekibi olarak bir müjde vermek isterim. Halis Hocamız bundan sonra dergimizin son sayfasında birbirinden güzel karikatürleriyle bizlerle birlikte olacak.)

HAYATİ BOYACIOĞLU SÖYLEŞİSİ...

ANLAŞILABİLİR ÇİZGİNİN PEŞİNDE BİR ÇİZER: HAYATİ BOYACIOĞLU

 
Hayati Boyacıoğlu ve Halis Dokgöz akdenizde...

Bir Berlin gezisinde, öncesinde çizgilerinden tanıdığım Hayati Boyacıoğlu ile karşılaşıp tanışma ve çizgi dostluğunu pekiştirme şansı bulmuştum. Çok geçmeden bir proje çevresinde yolu Mersin’den geçti ve oturup çizgileri ve yaşlamı üzerine söyleşme olanağı bulduk. Akdenizin maviliklerine ve sıcağına ek olarak sıcak kanlı hayati Boyacıoğlu söyleşisi çakıştı. Çizerlerle söyleişlerin karikatürün kuramsal yönüne hep katkı sağladığını düşünen biri olarak fazla uzatmadan buyurun Boyacıoğlu söyleşisine…

Hayati Boyacıoğlu kimdir? Karikatüre nasıl başladınız?

1972 yılında ortaokulda Gün gazetesinde Oğuz Aral’ın hazırladığı sayfayı görerek çizmeye başladım. Turhan Selçuk’un üçgen şeklinde çizimleriyle İsmet İnönü çizmesinden çok etkilenmiş ve bunu okulda arkadaş ve öğretmenime çizip gösterip ilgi çektiğini görünce çizmeye başladım. Arkasından Gün gazetesinde yer alan mizah sayfası Gırgır dergisine dönüşünce çizimlerim de ivme kazandı.  1975’de Politika gazetesinde ilk karikatürüm yayınlandı. Tepebaşı’ndaki Karikatürcüler Derneği etkinliklerine katılmaya başladım ve ardından çizgi yolculuğu devam etti. Beyoğlu’nda karikatür çizen arkadaşlarla tanıştım. Yıldırım Yıldıran takma adıyla müthiş porte karikatürler çizen arkadaşım vardı, ondan da etkilenerek Dolmabahçe bölgesinde konuşlanıp bende çizmeye devam ettim.
 
Karikatür: Hayati Boyacıoğlu

Sizin Berlin’de yaşadığınızı biliyorum. Peki göç hikayeniz nasıl gerçekleşti?
İstanbul belediyesi Konservatuarı Tiyatro bölümünü kazandım. Ancak ailem okula gitmeme izin vermedi. Liseyi bitirdiğim dönem seksenli yılların çalkantılı dönemiydi. Üniversiteyi Almanya’da okumaya karar verip Berlin’e gittim. Berlin Hür üniversitesi Alman Filolojisi bölümünü bitirip yüksek master yaptım. Yan bölüm olarak gazetecilik ve pedagojiyi de bitirdim.
Bu süreçte karikatürle aranız nasıldı?
Elbette bu süreçte çizim de devam etti. Karikatürcüler Derneği etkinliklerine katılmayı sürdürdüm. Hep ülkeme geri dönme hayali vardı. Ancak kalıcı olmam ve burada yaşamam gerektiğini anladım, çünkü evlendim ve çocuklarım oldu.
Çizgilerinin ana konuları da bu bağlamda mı gelişiyor?
Bilimle uğraşan belli alanları inceler. Karikatürde ise yaşanılan mekan ve kişisel bakış belirleyici oluyor. Üniversite yıllarında karma sergiler açmaya başladım. Bu nedenle biyografimde göç ve göç olgusu çağımızın en başı çeken olgusudur. Göç bitmek tükenmek bilmeyen bir olgudur. Sadece iç dış göç değil beyin göçü de söz konusudur. Göç sonucu yeni olgularla karşılaşılıyor. Örneğin eşini hiç çıplak görmemiş bir köylü vatandaşının Almanya’da çıplak kadınları görüyor, yaşamadığı şeyler ve teknolojiyle tanışıyorlar ve bu durumda mizah, absürtlükler ve komik olaylar ortaya çıkıyor. Ben de bunları yaşayan biri olarak oturup çizdim.
 
Karikatür: Hayati Boyacıoğlu

Yaşadığın Berlin’in bazı özellikleri var “Berlin Duvarı” öncesi, yıkılışı ve sonrası sürece tanıklığın hakkında neler dersin?
Berlin çepeçevre duvarla çevrili bir adanın yarı parçası gibiydi. Bizim yaşadığımız bölge başkent değildi, Doğu Almanya içinse başkentti. Batı Berlin resmen bir ada gibiydi. Dışarıdan gelen desteklerle ayakta kalıyordu. İngiliz, Amerikan ve Fransızların kontrolünde, diğer kısım ise Sovyetler kontrolündeydi. Bu duvarın Sovyet desteği ile koruma amaçlı kurulduğu öne sürülüyordu. Batı Berlinliler duvarın ilk inşası sırasında pek aldırış etmemiş ve duvarı ciddiye almamışlar. Ancak 1961 yılında bir sabah duvar ile karşı karşıya kalmışlar…
Duvarın yıkılış öyküsüne gelince glasnost ile birlikte yayılan dalga Almanya’yı da sardı. Ve baş edilemeyen bir durum ortay çıktı. Kişisel olarak da bu duvarın yıkılmasına bizzat tanıklık ettim. Almanya’da bir iş yerine gitmiştim, saatçi duvara tutunuyormuş gibi yapıp sonra apar topar yere düşerken “Aaa duvar yıkılmış!...” diye haykırdı. Kıyamet koptu ve bir anda süreç başladı ve bitti. Ardından öncesi, esnası ve sonrası ile duvar karikatürleri ve duvarın ticari bir metaya dönüşmesine tanıklık ettik.
Karikatür: Hayati Boyacıoğlu
Çizgilerinde daha çok göç, duvar, kültürel farklılıklar gibi konular daha ön planda gözüküyor. Bunu neye bağlıyorsun?
Karikatür dünyam Oğuz Arallarla başlayıp Turhan Selçuk gibi çizgiye dayanan sade ve çizgi öncelikli bir anlayışa yöneldi zamanla…Üniversitede iken araştırmayı ve kaynağa ulaşmayı öğrendim. İnanılmaz bir kütüphanem oluştu. Ve burada Lurie adında Kanada’da yaşayan bir çizerin çizgileriyle tanıştım. Adeta büyülendim, portreler, kostümler, desenler çok etkileyiciydi. İrlandalı Tomi Ungerer’in de çizgilerinden çok etkilendiğimi ayrıca vurgulamalıyım. Yazısız, evrensel bir çizer siyah, beyaz ve lekelerle eserlerini ortaya çıkarmıştır. Bunları adeta iki boyutlu ancak üç boyutlu çalışmalar olarak görmüşümdür. Alman çizerlerden de etkilendim. Ancak alman çizerler üst seviyede entelektüel kapasiteye seslendiklerini söyleyebilirim. Ben kendi yaşadıklarımı, gözlemlerimi ve kültürel faklılıkları yansıttım diyebilirim…
 
Kolaj: Hayati Boyacıoğlu

Peki bu ortam çizgi anlayışına nasıl yansıdı?
 Biraz ters tepti diyebilirim, elitist olandan ziyade anlaşılabilir olma kaygısı ön plana çıktı diyebilirim. İnsanlar çizgiyle daha çok gülmek istiyor, düşündüren ve sorgulayan kara mizah ise sıkıntı yaratıyor. Biraz sentez olabilecek düşündüren ancak tebessüm de ettirebilen bir tarz yakalamaya çalıştım.
Almanya’da nerelerde çizgilerini yayınladın?
Yaklaşık 20 yıldır ırkçılık karşıtı bir dergi olan “Die Brucke”ye çiziyorum. Albümler çıkarıyor, sergiler açıyorum. Almanya’da yayın etkinliğini sürdüren Don Quichotte oluşumuna katkıda bulunmayı sürdürüyor ayrıca www.siyah-beyaz.com adlı sitede çalışmalarımı yayınlamayı sürdürüyorum.Almanya’da ki son seçimler ile ilgili özellikle Merkel çizimlerim Berlin Metrosunda sergilenerek binlerce kişiye ulaştı.
Karikatürcü gözüyle dünya ve karikatür nereye gidiyor?
Gözlemlediğim kadarı ile karikatür giderek çarpıcı ve vurucu niteliklerinden arınıp daha çok süsleme ve yazı ağırlıklı bir hal almaya başladı. Oysa dünyanın her zaman olduğundan daha fazla eleştiriye, sağlam bilekli, yürekli, dürüst ve cesur çizerlere ihtiyacı var. Ve elbette bu çizgileri yayınlayabilecek yeni mecralara ve yeni okurlara gereksinimi var. Medyanın sunduğu bombardıman ile yaşamda belirleyici olan öncelikler de belirleniyor ve bu şekilde toplumun uyutulması söz konusu oluyor. Bu noktada çizerlerin sorumluluğu oldukça fazla. Çizerler sömürülüyor, çizerek yaşamını kazanan karikatürcü isteyerek veya istemeyerek otosansür uyguluyor ve kendi naifliğini ve zamanla da çizerliğini yitirmeye başlıyor maalesef…
 
Karikatür: Hayati Boyacıoğlu

Berlin’den Türkiye nasıl görünüyor?
Öncelikle Türkiye’yi çok seviyorum ve Mersin’i de çok beğendim ve sevdim. Bu ülkenin insan sıcaklığını başka bir Avrupa ülkesinde bulma şansınız yok denecek kadar azdır. Her zaman farklı yansıtılsa da olağanüstü hoşgörülü bir ülkeyiz ve bu da oldukça pozitif bir özellik…Ancak çok gürültülü ve bilgi kirliliği mevcut. Öyle bir ortam var ki, gerçeği anlamak ile ortaya koymak arasında muazzam bir uçurum var. Anlama, anlatma ve anlaşılamama sorunu var diye düşünüyorum.
Dışarıdan baktığımız zaman siyah saçlı, bıyıklı, türbanlı, dil bilmeyen, çok çocuklu, savaşçı, aşırı milliyetçi, kurnaz, çalışmadan AB’ye girmeye çalışan bir toplum gibi yansıtılıyor. Ben de yer yer haklılık payı da olsa gerçeğin bu olmadığını çizgilerimle ifade etmeye çalışıyorum.
Oralardan Türk karikatürü nasıl görünüyor?
Türk karikatürü de Türkiye gibi gürültülü ve iki, ayrı anlayış var. Üst tabakaya hitap eden halka kapalı bir mizah ve halka hitap ettiğini söyleyen yazılı, müstehcenlikten beslenen ve bunu halk böyle istiyor diye savunan anlayışlar mevcut. Bu iki anlayış aynı zamanda birbirine kısmen düşman ve ayrıştırıcı olduğunu gösteriyor. Uzlaşma kültürünün olmadığı çok açık…Gazete çizerlerine bu alanda daha olumlu yaklaşıyorum. Çizer uzlaştırıcı olmalı, derdini anlatırken elitizmin vıcık vıcıklığına ve popülizmin sahte başarılarına kaymamalı.
Artı karikatür alanında tanı koyulma süreci çoktan geçti, tedavi ve rahabilitasyon sürecine gereksinim var. Özellikle genç kuşak çizerler işin kolayına kaçmadan araştırıp, okuyarak internetin evrensel gücünden de yararlanarak karikatür sanatını geleceğe taşıyacaklarına inanmak istiyorum. İzleyici yoksa çizgi de yoktur. Bu nedenle çizgi topluma ulaşmalıdır. Topluma ulaşmada amaç çizgiyi usta çizerler beğensin diye değil toplum için değişim ve dönüşüm için istemeliyiz. Aşçı yemeğini yesinler diye yapmalıdır. İşin kolayına kaçmadan, para, pul, şan ve şöhret için değil sorumluluk bilinciyle olmalıdır.

 
Hayati Boyacıoğlu

Hayati Boyacıoğlu Kimdir?
1960 yılında İstanbul'da doğan Hayati Boyacıoğlu Berlin'de Alman Filolojisi ve gazetecilik ve eğitimbilim dallarında yüksek lisans yaptı. 1978 yılından beri Almanya'da yaşayan Boyacıoğlu'nun "Integrationale Begegnungen" (Farklı Kültürlerin Karşılaşması) adlı bir karikatür albümü bulunmaktadır. Almanya'nın çeşitli eyaletlerinde pek çok kişisel sergi açan Boyacıoğlu'nun yazdığı "Kanaken sind Süpermaenner" adlı kabare tarzı oyun 1985 yılında Ludwigshafen'da Türkçe ve Almanca olarak sahnelendi. Bir büyük gazetenin Berlin bürosunu da bir süre yöneten Boyacıoğlu şu anda Almanya'da iki dilde yayın yapan mizah dergisi Don Quichotte'un yayın kurulu üyesidir. Pek çok dergi, gazete, okul kitabı ve takvimde ve çalışmaları yayınlanan Hayati Boyacıoğlu’nun çizgileri sürekli olarak Saarbrücken’de yayınlanan “Die Brücke“ adlı ırkçılık-ayrımcılık karşıtı dergide yer almaktadır. Boyacıoğlu’nun karikatür ve kolaj çalışmaları aralarında “www.toonpool.com“ adlı karikatür sitesinin de bulunduğu pek çok internet platformunda yayınlanmaktadır.  Evli ve iki çocuk babası Boyacıoğlu, Karikatürcüler Derneği üyesi olup Le Monde çizeri Jean Plantu ve eski Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın birlikte hayata geçirdikleri “Cartooning for Peace” adlı barış çizerleri inisiyatifinin de üyeleri arasındadır.
 
http://www.oburmizah.com/oburmizah/yeni_akrep_93.pdf









ZEKİ BEYNER SÖYLEŞİSİ..."ÇİZGİ KARİKATÜRÜN EVRENSEL DİLİDİR"

Keşkül-ü Fukara ya da Zeki Beyner
Sevgili Zeki Beyner üstadımızı 07.09.2002 yılında kaybetmiştik...Yaşam anlayışı, çizgisi ve farklı yaklaşımı ile bize hep göz kırptığını bilerek saygıyla anıyoruz...1999 yılında Basınköy'de kendisiyle yaptığımız bir söyleşiyi karikatür dostları ile bir kez daha paylaşıyoruz...




Zeki Beyner ile Sonbaharda Bir Cumartesi Günü...

Zeki Beyner’in Basınköy’de ki evini ziyaret ediyoruz. Deniz manzaralı yeşillikler içersindeki 2-3 katlı evler arasında 2 katlı bir evin bakımsız alt katında karşılıyor bizi ustamız. Evinde eski bir halı, somya ve üstünde bir yatak, gaz sobasının hemen yanında küçük bir çalışma masası ile yığınla kitap dikkatimizi çekiyor. Çalışma masasının üstünde elle yapıldığı belli olan bir floresan ışıklı düzenek ve masa lambası ile eski ve yeni çizgilerden oluşan karikatür tomarları görülüyor. Bakımsız ve kutu gibi 2 odalı evinde karışık fakat kendince bir düzeni olduğunu gördüğümüz dünyasında üstadımız olanca birikimi ve ödünsüz tavrı ile sorularımıza başlama fırsatı bulamadan anlatmaya başlıyor. Politikadan, sanattan, karikatürden ve ilişkilerden yani yaşama dair ne varsa, ne kadar söyleyecek sözü varmış ustamızın. Dileriz bu söyleşi diğer ustalarımızla yapılacak söyleşiler için bir başlangıç olur.

Karikatüre ne zaman ve nasıl başladınız? 
Karikatüre 1956’da başladım. Ferit öngören Hukuk’ta okuyordu, o zamanlar sosyal konuları işlerdim, Zekisel espri diye bir şey oluşmuş. Tef dergisi vardı, Altan Erbulak yönetiyordu, ilk karikatürümü ona götürdüm. O zaman yazısız karikatür modası vardı, masasının üstünde ıssız ada karikatürleri yapıyordu. Yazısız karikatüre geçiş vardı. Zeytinburnu’nda gecekondu olayları vardı, gündüz yıkılıyor, gece yapılıyordu. Gece kondu, gündüz uçtu diye çizmiştim, bir bakkal fiyatlara bakıyor ve öylece kalıyordu. Altan baktı ve bunlar karikatür değil, yazısız olacak batıdaki gibi dedi. Sonra Cumhuriyet’in başyazarı Abidin Daver’e gittim. Elif Naci vardı orada, ilgi gösterdi. İçine kapanık ve çekingensin dedi. Aldı karikatürlerimi Vahdet Gültekin’e götürdü. Çizgilerin zayıf ama esprilerin iyi dedi ve sizi Akbaba dergisine göndereyim dedi. Sabahı iple çektim. Ertesi gün akbaba’ya gittim, kapıyı kısa boylu birisi açtı, karikatürleri gördü ve beğendim dedi, Selami bey bir daha getireyim mi dedim. Ben Aziz Nesin’im dedi. Oysa orada yatıp kalkıyormuş, o zamanlar aranıyordu ama takma isimle Akbaba’da yazıyormuş. Sosyal konularda başarılı olduğumu söyledi ve ben Yusuf Ziya ile görüşürüm dedi. Ertesi gün gittiğimde konuştuğunu esprilerimin iyi olduğunu ama çizgilerimin biraz daha pişmesi gerektiğini söyledi. ‘5 yıl geçti orada, bunun 12 yılı kadrolu.

Karikatürde hep sosyal konuları işlediniz. Özellikle sefalet konuları hep ön plana çıkıyor. Yaşamınızdan mı kaynaklanıyor?
Tabi ki yaşadıklarım var ama karikatürde yaşayan bir olgu. Bazı şeyleri görüyorum, çok fırsatlarda çıktı ama parayla işim olmadığı için kabul etmedim. Ben emekçiyim, işçi sınıfının içindeyim. Eskiden eve gelmiyordum, şimdi evden çıkamıyorum. Şimdilerde bir şarlatan var Mehmet Ali Erbil çok yakın dostum Sadettin Erbil’in oğlu, işte bu da bir karikatür. Karikatürde doğaçlama diye bir şey yoktur. İlham perisini beklersen bir türlü gelmez. Karikatür düşünerek yapılan bir olgudur daha doğrusu sanattır. Karikatür düşünce ürünü idedir. Espri tarzı, üslup ve çizgi atbaşı gitmelidir. Deseni varsa ressam oluyor, karikatürde bir düşünce bir fikir vardır, bir sentez ürünüdür doğaçlama kabul etmez. Bir bakış açınız olacak. Fransız Bosch var gerçekten evrensel bir çizer. Bir karikatürünü hatırladım, ihtiyarlığı anlatıyor. 2 kare, uzun bir yolda kadın karşıya geçmeye çalışıyor, uzakta bir araba var ama kadın karşıya geçmekte karar veremiyor. İşte her zaman geçerli olan ölümsüz bir karikatür. Benim çizdiğim bir karikatürde de bir balonu fakir iki çocuk iki iple tutuyorlar, paylaşımı anlatan bir çalışma. İnsani, sanatsal tarafı, gözlem ve algılama var. Eskiden sol vardı. Geri kalmış ülkelerde sol palazlanmıştı. Rus klasikleri fakirlikten sefaletten söz eder. İdeolojiler yok olabilir ama yapıtlar yaşar. Aslında sosyal konuları ilk işleyen Mim Uykusuz’dur, bu yüzden sefil olmuş ve hapis yatmıştır. Yine Yalçın çetin ve Eflatun Nuri’de sosyal sorunları çizerlerdi. Bir Cafer Zorlu sosyal konuları çizmesine karşın sağcı diye kabul edilmezdi. Oysa iyi bir insan ve çizerdir. Mim çok zor durumda kaldığı bir gün kimseden borç alamamış bana geldi, bende de yoktu, Cafer’e git dedim. Cafer elinde olanı vermiş sonra araları düzeldi. Cafer Zorlu tezgahtardır. Çizgisi, esprisi olan çizgi ustası ve yorumcusudur. Necmi Rıza usta bir çizerdir ve usta işi yapıtlar vermiştir. Ancak kendisi espri ve çizgiyi birlikte odaklaştıramamıştır. Sosyal hareketin dışında kalmıştır. !940’lı yıllarda Cemal Nadir döneminde çizdikleri daha sosyaldir ve gerçekten bir ekol sanatçıdır. Oğuz Aral’a yılda bir kez Cemal Nadir’in ölüm yıldönümünde onun eserlerini basın diye bir öneri getirdim. Gırgır mezarlık mı benim okuyucuya saygım var dedi. Mim Uykusuz Akbaba’da kadrosuz olarak 500 Liraya çalışıyordu. Bir gün 2 vinyet yapmasını istiyorlar, yapmam diyor, ek para istiyor, ilkelerinden asla ödün vermezdi. Gırgır’a 10 bin Liraya transfer oldu, tam rahat yaşayacakken kanserden öldü. Onurlu iyi bir ustaydı. Van gogh’un da başına gelmiş, şimdi eserlerine paha biçilemiyor. Bir Fikret Mualla sefilleri oynamıştır. Öldükten sonra eserleri milyonlar ediyor. En az benim kadar acı çekmiştir. İnsan yaşarken ödül almalı, güdümlü alkış olmaz, şike alkış bu...Şimdi bende yaşamıyorum aslında...Cumhuriyet’te ressam Agop vardı, üstad hiç yaşlanmıyorsun demişler, hiç yaşamadım ki demiş. Yalçın Çetin’e ölüm döşeğinde albüm yapmışlar...yaşarken olmalı herşey...

Günümüzde mizah dergiciliği eski canlılığını yitirdi. Bu durumu neye bağlıyorsunuz?
Oğuz Aral çizgisi taklit edilmiş ve yozlaştırılmıştır. Sulu mizahın kötüsünü yapmışlardır. Batıda da fantezi mizah var ama bizde çok yozlaştırıldı. Bir de sanatı sırf sergi olarak görenler var. Sanat olması için illa sergi mi lazım? Karikatür sanatına bakışınız nedir? Karikatür kalıplarından çıkmıştır. Adam güzel sanatlara gidiyor, resim tekniğini kullanıyor bu karikatür oluyor. Karikatür yapmak farklı bir şey, buluş olması gerekir. Buluş, düşüncedir. Bulduğun espriyi çizgine göre biçimlendireceksin. Senin özgün çizginin dışında olmaması gerekir. Kendi kimliği içinde bir kişilik yaratıyorsun. Bosch ve Chaval’ın imzasız bile karikatürleri bellidir. Benim de bir kimliğim var. Turhan ve Cafer bu konuda iyi örneklerdir. Tan oral’ın iyi deseni var ama esprisi zayıftır. Karikatür çizgi olayıdır. Nota nasıl evrensel müzik diliyse, çizgi de karikatürün evrensel dilidir. Karikatür yazısız çizgi ile yorumdur. Yeni buluş yapmak zordur, Turhan selçuk bu alanda en iyilerdendir.

Karikatürcülerin örgütlülüğü konusundaki düşünceleriniz? 
Ne yazık ki karikatürcüler örgütlü olmalarına rağmen bir arada değiller. Metin Ankara’dan buraya adam getiriyor ve oradan derneği yönetiyor. Çoğu da çizer değil, bu dayanışma mı? Dernek olmazsa karikatür adına hiç bir şey olmaz. Sanat adına vefa olması gerekir. Derneğin anatomisini çizmeye gerek yok, işlevi olan, işi bilenler yönetecek. Cumhuriyet’te lobi var. Dışarıdan kimseyi almazlar, lobi istemedikçe...Neresi sanat bunun? Değeri olan şeylere yer vermek gerekir.

Basında tekelleşmenin karikatüre etkisi nasıl oluyor?
Sedat Simavi ve Ali Naci Karacan basında en çok gazete batıran kişiler olarak bilinir. Ama hiçbir zaman patron olmamış gazetecilerdir. Milliyet spor sayfası ile tutmuştu. Hatta tavuğun gerisi milliyet’in arkası derlerdi. Milliyet spor sayfasından okunurdu. Bugün gazetecilikle ilgisi olmayan işadamı ve patronlar tekelleşiyorlar. Ünlü futbolcuyu yazar yapıyorlar, olmuyor elbette. Bu durumda basını ve karikatürü hatta yaşamdaki herşeyi etkiliyor. Çoğu güdümlü şeyler yapıyorlar. Dinleri imanları para, hükümetler bile onlara ödün veriyor.

Söyleşi:B. Sadık Albayrak,Halis Dokgöz,Mehmet Gölebatmaz/Sayısalgaleri

Zeki Beyner Kimdir?
1930 yılında İstanbul'da doğdu (Nufus kağıdında 05-03-1930, Kayseri de doğduğu yazmaktadır). İlköğreniminden sonra bir süre ortaokula ve sanat okuluna devan eden Beyner, maddi nedenler yüzünden tahsilini yarım bırakarak fabrikalarda çalışmıştır. Gençlik yılları çok sıkıntılı bir yaşam içinde geçen daha çocukluk yıllarında parklarda testi ile su satarak yaşamaya çalışan Zeki Beyner bir süre de tabelacılık yapmıştır. İlk karikatürü 1955 yılında Akbaba dergisinde yayımlandı. Karikatürcü olmasını Zeki Beyner şöyle anlatıyor: "Küçük yaşımdan başlayarak yüzümde bir sürü çizgi belirdi. Bu da çizgi adamı olacağımı gösterdiğinden olsa gerek, ben de karikatürcü oldum.." Yeni İstanbul, Tef, Zübük, Taş ve Taş ve Karikatür, Papağan, Pardon, Son Saat, Akbaba ve Çivi , Çarşaf gibi dergi ve gazetelerde çalışmıştır.

SÖYLEŞİ: KALEMLE OTOPSİ 

(Pratisyen Dergisi)...

SÖYLEŞİ
KALEMLE OTOPSİ
PRATİSYEN 2004/2

Pratisyen 2004/2
Nisan-Haziran




























SÖYLEŞİ: ACTUEL MEDICINE...

MEDICAL METWORK
ACTUEL MEDICINE ŞUBAT 2006
KARİKATÜR ÜZERİNE SÖYLEŞİ...

http://www.medicalnetwork.com.tr/dosya/Karikat%C3%BCr.pdf




Actuel Medicine Şubat 2006
http://www.medicalnetwork.com.tr/dosya/Karikat%C3%BCr.pdf























































VALERİ KURTU İLE BERLİN'DE...

VALERİ KURTU: “ÇILDIRMAK İSTEMİYORSAN MİZAHLA YAŞAYACAKASIN”…

(CUMHURIYET PAZAR DERGİ - 11 OCAK 2009)
Halis Dokgöz, Valeri Kurtu, Hayati Boyacıoğlu, BERLİN
Karikatürcü arkadaşım Hayati Boyacıoğlu ile birlikte Berlin buluşmamızda karikatürün duayenlerinden Valeri Kurtu’nun Berlin’de yaşadığını öğrenmemle birlikte nasıl görüşebilirim diye düşünmeye başlamıştım ki sevgili Hayati istersen seni görüştüreyim dedi. Bir öğleden sonra Valeri Kurtu oldukça şirin evinde; eşi ve çocuğu ile birlikte bizi kabul etme inceliğini gösterdi. Evi yeşil bir bahçeye bakan kutu gibi küçük ama işlevselleştirilmiş, girişten itibaren heykeller, keramikler, tablolar, ödüller ve karikatürlerle bir müzeyi andırıyordu. Müzeden farklı olarak ortam sıcak ve rengarenkti. Valeri Kurtu Moldova’dan Berlin’e sonradan göç etmiş ve Almancası çok iyi olmadığından sorularımı Türkçe sordum, Hayati Almancaya çevirdi, eşi Rusçaya çevirdi ve tersinden bir döngü ile tekrar Türkçeye çevrildi. Eşinin birkaç dakika gözden kaybolması ile birlikte hazırladığı taze havuç suları eşliğinde sorularımızı yanıtladı.

Cumhuriyet Pazar Dergi, 11 Ocak 2009
Karikatür sanatı dışında yaşamınızda diğer sanat dalları ile ilişkiniz ne düzeyde?
Sanatı birbirinden ayırmak çok mantıklı değil, sanatın tüm dalları ve alanları ile ilgiliyim. Yaşadığım mekandan başlayarak kullandığım ev araç ve gereçleri, masa, sandalye hatta mobilyaları bile kendim tasarlarım ve yaparım. Keramik, resim, portre çalışmaları yanında karikatür başlı başına ayrı bir ilgi alanım. 

Karikatür özellikle Türkiye’de eğitimi alınan bir alan değil sizin bu konuda bir eğitiminiz oldu mu? Karikatüre nasıl başladınız?
Kinematografi çizgi film alanında Moskova’da akademiyi bitirdim. Sinema için gerekli kostüm, duvar, bahçe vs. sahne sanatlarının uygun yapılması ve yapılandırılmasına ilişkin eğitim aldım. Bu alanda eğitimim 6 yıl sürdü. Akademi öncesinde 4 yıl kadar sanat kolejine devam ettim ve burada da teknik çizerlik yeterliliği kazandım. Sonuç olarak akademiden sinema ve çizgi film bölümünü bitirdim. Sonrasında 2 yıllık bir eğitim daha alarak çizgi film rejisörlüğü yaptım ve bu alanda ödüller aldım. Süreçte para kazanmak için karikatür çizdim ve karikatür yarışmalarına katıldım, ödüller aldım.

Cumhuriyet Pazar Dergi
Karikatürde çizgi anlayışınız nedir? Karikatürde temel felsefeniz nedir?
Karikatürde espri, çizgi, renk ve desen bir bütün olmalı. Karikatürün uluslar arası evrensel bir dil olduğuna inanıyor ve çizimlerimi bu doğrultuda yapıyorum. Yazısız mesaj veren sanatsal estetik kaygılarla eserlerimi üretiyorum. Ancak talep üzerine istenirse yazılı ve ticari amaçlara yönelik karikatür ve desen çalışmaları da yapıyorum. Çünkü ben bir profesyonelim ve yaşamımı buradan kazanıyorum. Yani bir kendi içsel bütünlüğüm için çiziyorum bir de hayatta kalmak için çiziyorum.

Karikatüre başlarken hangi çizerlerden etkilendiniz? Şimdilerde hangi noktadasınız?
Danimarka’dan Herald Bistro, Fransız Damien Glez, Polonya’dan Peter Bruegel, Çek Adolf Born en çok etkilendiğim çizerler. Belki etkilenişimden olacak çizgilerimde ayrıntıların büyük önemi vardır. Desenimi ve çizgilerimi ayrıntılar üzerine kurgularım. Ayrıntı çizmek kağıdı tek tek işlemek en büyük tutkum. Yeni çizerlerden de çok şey öğrendim ve de öğreniyorum ama özellikle ön plana çıkarmak istediğim biri de yok.

Türk karikatürü hakkında ne düşünüyorsunuz?
Özellikle son dönemlerde Türk karikatüründe bir hareketlenme bir canlılık göze çarpıyor. Türk karikatürünü çeşitli yarışmalar, sergiler ve internet ortamından izliyorum. Karikatür sanatında bir yerinizin olduğunu yarışmalar ve ödüllerden de gözlüyoruz. Türk karikatürünü keyifle selamlıyorum.

Kitabını imzalarken...
Kurtu’ya göre dünya nereye gidiyor?
Dünya batıyor! Ancak bu batış mizah dolu ve tabi ki içinde ironiyi de barındırıyor. Bu mizah bu humour olmazsa yaşamak da olanaklı olmayacaktı zaten. Çok sevdiğim ve zaman zaman yaşamda tutunmayı ve ayakta kalmamı sağlayan bir atasözü var “Çıldırmak istemiyorsan mizahla yaşayacaksın”. Çünkü hayat yıldan yıla daha da zorlaşıyor ve gittikçede çekilmez bir hal almaya başlıyor. İyi ki mizah var demeden kendimi alamıyorum ve bu durumlarda tek sığınağım karikatür oluyor.

Karikatür sanatının geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?
Günümüzde ne yazık ki karikatürcülerin dişi yok, çünkü kavga etmekten korkuyorlar. Gazete ve dergiler sesleri yükselmeye, eleştirel çalışmaları yayınlamaya çekiniyorlar, bir nevi siniyorlar. İnsanlar doğal olarak korkuyorlar. Karikatürcüler de bu gelişmeyi saptadıkları ve sezdikleri için gazete ve dergilerin istekleri doğrultusunda sorun(!) yaratmayacak türden şeyler çiziyorlar. Şu an editoryal karikatürü fotoğraf olarak bile değerlendirebiliriz, sanki bir dolgu malzemesi. 

Karikatür: Valeri Kurtu
Özgür şeyler çizmek için ya interneti kullanırsın ya da yaşamını kazanacağın özgür bir işin olamaz ve iflas bayrağını çekersin. Zaman zaman parlak bir fikir geliyor ve hiç kimseye satamayacağını biliyor, buna rağmen ya çizip bir köşeye koyuyorsun ya da boş ver deyip çizmiyorsun. Örneğin Avrupa Birliği konusunda çizdiğim bir karikatürü Berlin’de ismini vermek istemediğim bir gazeteye götürürdüm. Editör, karikatürü görür görmez aman aman diyerek sanki kızgın bir ateşi eline tutuşturmuşum gibi gerisin geri karikatürü elime tutuşturdu. İnsanın insan olmasından utanası geliyor bu durumlarda. Sonra bu karikatürüm İtalya’da önemli bir yarışmada ödül aldı.

Karikatür: Valeri Kurtu
Karikatür çizerken nereden besleniyorsunuz, kaynaklarınız nedir?
Bu soru sık karşılaştığım sorulardan biri. Yaşamdan, birebir yaşadıklarımdan, okuduklarımdan besleniyorum. Yaşamdan daha öğretici ne olabilir ki?
Teşekkür ediyoruz.

Valeri Kurtu kimdir?

1956 yılında Moldova’da doğdu. Moskova’da Sanat Fakültesi sinematografiden (WGIK) derece ile mezun oldu (1982). Çizgi film alanında uzmanlaştı. Avrupa Karikatürcüler Birliği Federasyonu (Feco) üyesi oldu (1986).

Rusya ve Moldova’da sanatçılar birliğinin üyesi oldu (1990). İki komedi filminde Butshumul Chishinau'yla çalıştı. Hindistan ve Nepal'de çalıştı (1990). 

Kurtu çalışırken...
Çalışmaları Ciparusch (Moldova), Krokodil (Moskova), Urzika, Moftul Romin, Flakera, (Romanya), Romanya Libera, Eulenspiegel (Almanya) gibi gazete ve dergilerde yayınlandı.

Çalışmalarını halen bağımsız bir sanatçı olarak Berlin'de Europa Zentr, Eulenspiegel, Stiftung Warentest’de sürdürüyor. Çizgi film konusunda sanatsal yönetici ve danışman olarak çalışmaktadır. Eşi ile birlikte Berlin’de bağımsız bir sanatçı olarak bir atölyesi ve sanat galerisinde çalışmaktadır. Valeriu Kurtu, katıldığı uluslar arası yarışmalarda 50’nin üstünde ödül kazandı. Uluslar arası yarışma ve festivallerde jüri üyelikleri yaptı. 

Önemli bazı ödülleri; 
Ödülleriyle...
1991 Kostinesht (Romanya) 1.lik ödülü 
1992 Olen (Belçika) Büyük ödül 
1992 Skopje (Makedonya) Altın Kupa
1992 Edinburgh (İskoçya) Büyük ödül
1995 Bordighera (Italya) Altın kupa 
1998 Langnau (İsviçre) 1.lik ödülü
2001 Porto (Portekiz) 1.lik ödülü
2003 Taipei (Tayvan) 1.lik ödülü 
2004 Istanbul (Türkiye) 1.lik ödülü
2005 Ankara (Türkiye) 1.lik ödülü

(CUMHURIYET GAZETESİ "PAZAR DERGİ" 11 OCAK 2009)














Hiç yorum yok: